düet


(foto: ntvmsnbc)

son dönemde, üretkenliği azalan pop müziğin [popüler arabesk, popüler rock, popüler sanat müziğini kapsayan] yeni çıkış yolu: alakasız iki öğeyi yanyana getirmek. ntv de yılbaşı programının büyük bir bölümünü bu konsept oluşturuyor. [tabi ki diğer kanallarda olan insanın için karartacak kadar renkli yılbaşı programlarına nazaran daha iyi]

ama bu konsept bana çok eklektik geliyor ki zaten eklektisizmin de yaptığı budur. farklı sanat dallarını birleştirip, ortaya yenice bir şey sunmak.

yani, sertap erener ile son dönem entelijansiyesinin pek beğendiği kibariye ile düet yapması bana hiçbir şey ifade etmiyor. hatta tek başına bağırarak çığırarak okumaları [sanırsam ikisinin de güçlü sesi bundan kaynaklanıyor], ikisinin aynı anda okumasından daha iyi geliyor.

ayrıca keşke kendisiyle düet yapan ferhat göçer'i de çıkarsalarmış. vakt-i zamanında uludağ sözlük'te de yazmıştım. hem yeni bir yıla, bir ekranda iki ferhat göçer ile girmek; yeni yıla dair bütün umutların kaybolması demektir. böylelikle hiçkimse kendini kandırmamış olur.

[http://www.uludagsozluk.com/e/3632058/] İyice Oku

kings of leon


bir önceki posttaki şarkıyı söyleyen adamlar bunlar. bizim mahalleye girseler sırf şu tiplerinden dolayı dayak yerler ama muazzam da şarkı yapmışlar. helal olsun.


baktıkça sinirleniyorum. İyice Oku

milk - kings of leon

yorumsuz... dinliyoruz:




lan manyak mıyım, fıstık gibi blog yapmışım, uğur dündar gibi "yorumsuz" deyip, sığlığımı ortaya vurmayacak mıyım? yook arkadaş. yüzeysellikse yüzeysellik.

bu şarkı ile yorumum ancak şu olabilir: allah böyle şarkı yapanın eline koluna zeval vermesin. yedi cihanda mesut etsin. kings of leon'un evlatlarına acısın.

evet.

not: ya ben geçen gün, blogun dizaynıyla oynadım. anlaşılan ebesini skmişim caaanım sitenin. yakın zamanda büyük bir değişim yaşanacak. görüyorum. İyice Oku

Yaratanın Yolları Üzerine

Yalnızlığa çekilmek ister misin kardeşim? Kendine giden yolu aramak ister misin? Biraz daha dur ve beni dinle.
“Arayan, kolaylıkla kaybolur. Her türlü yalnızlaşma suçtur” – böyle konuşur sürü.
Sürünün sesi senin içinde de çınlayacak hâlâ. Ve, “Artık sizinle aynı vicdanı paylaşmıyorum,” desen bile, bir yakınma ve bir sancı olacak bu.
Bak, tam da bu vicdan bir sancı doğurdu; ve bu vicdanın son pırıltısı hâlâ ışıldıyor senin kederinde.
İyice Oku

saw


testere 6'yı izledim. diğer beşine nazaran, sebep- sonuç ilişkisi çok iyi kurlmuş bir film. ilk beşini izlediyseniz dizayn edilen sistemlerin acımasızlığı artık sizi şaşırtmıyor.

televizyondaki dexter gibi seri katillere özenip cinayet işleyen tipleri samimiyetsiz buluyorum. eğer özenilecek bir katil varsa, o da bizimkiler'de rahmetli aykut oray'ın canlandırdığı katildir. vatandaşın hakkını savunan, haksızlığa ve bilimum carta curta gelemeyen biri olarak, halk kahramanıdır.

bir diğer özenilecek bir katil varsa o da kesinlikle saw'dır. ama neden özenilmez? ilk başta olanca alet edaevatı almak için para; 40 hamle sonrasındaki ihtimalleri görmek ve bunlar gözeterek hatasız bir sistem tasarlamak için kafa; ve en önemlisi oraya hak edenleri getirmek için de taş gibi bir yüreğin yanında vicdan gerekir. ama siz dümdüz cinayet işliyorsunuz ergenler. olmaz. öyle olmaz. indir o meyve pıçağını.

hani birileri çıksa, işçileri karın tokluğuna, yol-yemek parası bile vermeden maden ocağına ölüme gönderenleri öyle bir sisteme koysa fena mı olur? hiç bilmiyorum. "insan hayatı kutsaldır, o yüzden ne diyorsun?" diyenler çıkacaktır, haklılar. işte de tam da bu yüzden istiyorum. İyice Oku

neşeli hayat


bugün, derse yarım saat erken gelmiştim. sınıfta tek başıma oturmuş, bilgisayar ile uğraşıyordum. sınıfa, katın hizmetlisi geldi. hangi hocanın dersi olduğunu sordu. metin hocanın dedim. sınıftaki çöp, tahta temizliği vs. gibi rutin işlerini halletti ve çıkarken "metin hoca da eyi adamdır ha. di mi?" dedi, cevabı beklemeden çıktı gitti. garip bir histi. akademik hayatın figuranı olan bir adamın, hani hiç düşüncesi olmayacak gibi bir adamın düşüncesini izlemiştim o 1 dakika boyunca.

bugün yaşadığım bu olayı, işte bu filme benzettim.

vizontele, vizontele tuba ve organize işler'de; özel bir mekan, zaman ve karakterleri izlemiştik. ve ortalamanın üstünde keyif almıştım bu filmlerden. bilhassa her yıl türyene maskeli beşler ebesinin hörekesinde, hababam sınıfı kemikler sızlıyor vs. gibi güldürme iddiası olan filmerin sayıca çokluğu bile, bu filmleri değerli hale getiriyor. yani diğer filmlerle olan kontrasttan ötürü daha da güzel geliyor.

bu sefer, neşeli hayat bir nevi toplumsal gerçekçilik denemesi olmuş. senaryosu sıradan insanların sıradan hayatlarına değinen filmleri izlemeyi severim. fakat, iyi kurgulanamadığında izleyiciyi sıkması an meselesi olan bu türde, yılmaz erdoğan açıkçası çokça başarılı olmuş.

son zamanlarda izlediğim en iyi türkiye sineması filmi. İyice Oku

Rehber

Yazarın öyküleri yazmadan önce haplandığını, ot çektiğini düşündürtecek kadar absürd bölümlerden birini paylaşmak istiyorum:
"Galaksinin en berbat 2. şari Osuruklu Grunthos'un, şiiri "Yaz ortasında bir sabah koltukaltımda bulduğum küçük yeşil macun yumrusuna kaside" yi okuduğu esnada 4 kişi iç kanamadan ölmüştür."
Bu tarz ayrıntılarla, tıpkı bir mizah dergisi gibi ağızdolusu bir "hasiktir" dedirtip kahkaha attıran bir kitap. Aslında radyo programı olarak başlayıp, çok ilgi gördüğü için kitap haline getirilmiş 5 ayrı otostopçu kitabının bir araya toplanmışı.
Bilim kurgu. Çok komik ama zaman kaybı değil. Bilakis hayal bile etmediğiniz canlılar, makineler, olaylarla karşılaşacaksınız. Bilinmeyen evren hakkında hayal kurmak isteyen, en azından hayatında bir kez Uzaylı Zekiye izlemiş herkese tavsiye ediyorum.
Galatasaraylıların çok hoşuna gidecek süpriz bir dipnot sebebiyle de bu kitaba bir kat daha fazla ısınmış olabilirim. Editöre en içten dileklerimle selam ediyorum.
"Keşke hiç bitmese" dediğimden olacak henüz bitiremedim. Bahanem bu. Siz de alın, okuyun efendim. Fakat kitabın henüz başında Dünya havaya uçacak.
Paniğe kapılmayın...
İyice Oku

fleet foxes


fotoğrafta elektriksiz kalmış evde kalan öğrenciler gibi çıkan fleet floxes (en arkadaki adamda mühendislik fakültesindeki 8. yılını okuyan öğrencinin tecrübesi ve yılgınlığı var), aksi sözlük'teki radyoyu dinleyenler için yabancı gelmeyecektir. your protector şarkısını koymuştum vakti zamanında. ama aşağıdaki şarkıları da dinlemeye değer.



öyle djler gibi "müthiş soundları ile sansasyonel bir çıkış yakaladılar" falan demeyeceğim. ki çıkış falan yaptıkları yok. hala az bilinen bir grup olduğu için, ortamlarda iş çıkarabilirsiniz diye düşünüyorum.

şarkılarını dinlediğimde, bir kış günü griliğine pencereden bakıyormuşum gibi hissediyorum diyeceğim ama böyle betimleme yapan arkadaşlarımla birer birer ilişkimi kestiğim için demiyorum. herkeste uyandırdığı his farklıdır bir şarkının. müziklerindeki dinginlikten mi yoksa çektikleri kliplerdeki karanlıktan mı anlamadım ama bir şekilde kış ve yol hissiyatı var.

müzikteki bu tür oyunlar, kurnaz adamın işidir. böyle duygusal gibi ama bir yandan da umut veren tarzda, ne şiş yansın ne kebapçı kişilerin işidir. olsun ama seviyorum bu kurnazları.

İyice Oku

Adam's Aebler (Adam's Apples)






2005 yılı Danimarka yapımı bu filmi az evvel seyrettim. Pek bir garip oldum film bittiğinde, daha bitmeseydi lan keşke dedim için için. Entelektüel bir yapım da yok ki diyeyim "imge gönderme Tarkovski grotesk kaygı bağlam" vb. Adamları eve çağırıp çay yapasım akşam sofrasında rakı ikram edesim geldi, öyle benimsedim... Bazı şeylerin algımızla alakalı olduğunu anlatan, sanki akmayan damı kurcalama, bırak öyle kalsın der gibi bir hali vardı. Ben böyle özetledim kendimce.

Aşağıdaki diyalog filmden alıntıdır:

- Hintli bir futbolcuydu. 1957'de gokart yarışında iki bacağını birden kaybetti. Kazanın şokuyla bacaklarının kalan kısmına basarak eve koştu. Beyni bacakları olmadığı gerçeğini reddediyordu. İki ay boyunca idmana gitti. Futbol oynamaya devam etti.

- Bacakları yokken?

- Zaten takım kötüydü, beşinci ligde falandılar.


Hadi len sen de kimsin ki tavsiyede bulunuyorsun demeyin, seyredin. Aha meydan burası, beğenmeyen sonra gelsin buradan desin diyeceğini.
İyice Oku

flash forward


ara ara sorardım kendime, acaba kaderimizi öğrensek, değiştirebilir miyiz? değiştirirsek, demek ki öğrendiğimiz şey kaderimiz değilmiş; değiştiremiyorsak da hayatımızın iradesi bizde değil demektir ki bu da çoğu ilahi dinleri geçersiz kılacaktır.

şimdi, bu dizide de bu minvalde bir durum gerçekleşiyor. dünya üzerindeki herkes, düşünün, süleyman demirel'inden sabri sarıoğlu'na, birden bilinçlarini kaybedip 2 dakika 17 sn. boyunca yaklaşık 6 ay sonraki geleceklerini görüyorlar. bazıları ise bi'şey görmüyor. dizide bu onların öleceğine işaret etse de bence kendi mallıkları diyorum.

neyse, şimdi bu dizide merak ettiğim tek nokta şu: zaman kayması yaşanıp, paralel evrendeki mutlak yaşamlarını mı gördüler, yoksa değişmesi muhtemel geleceklerini mi? yani gördükleri gelecek, değiştirmeye çalıştıkları eylemleri içeriyor mu içermiyor mu?

bir de 2 dakika 17 sn. nin mevzusu ne ki bu kadar gündemde? yani 2 dk 18 sn. olunca işin rengi değişecek mi? başka bir gönderme mi var? şu ana kadar izlediğim ilk 4 bölümden aklımda kalanlar buydu. İyice Oku

big bang theory

tarih boyunca en sevdiğim diziler arasında, ilk 3 arasına rahat girer. diğerlerinin "keko ile eşeko" ve "karate çocuk küçük onur" olduğunu söylersem, benim dizi seçiciliğimi anlamış olursunuz.

yavşaklık bi' yana, çok dizi seyrettiğim söylenemez. gündelik tv dizilerinden aşk-ı memnu'yu izliyor, ve bunu sizler gibi saklamıyorum. sinsisiniz hepiniz. siz de izliyorsunuz! nasıl bbg çıktığında "abi ben izlemiyorum bbg'yi, hep popüler kültür" diyen tiplerin gizlice mesajla oy verdiğini gördüm, her perşembe dizini yayınlandığı saatlerde hepiniz çevrimdışısınız. bir kaç dizi daha var izlemekten acaip keyif aldığım: house m.d, dexter ve it crowd vs...

big bang theory'deki tiplerin tek ortak noktası, insan ilişkilerindeki başarısızlık. ama bu başarısızlıkta, kendi özgün yaratıcıklarını kullanabiliyorlar. aslen hintli olan raj, dişi olan ortamda konuşamazken; wollowitz -ki dizideki en sevdiğim tiptir, oyunculuk olarak- ise her türlü abazanlığı hiç utanmadan deneyebilmekte. leonard daha makul bir tip de olsa, sonuçta bir "nerd" ve "nerd"liğin hakkını vererek icra ediyor. dizinin yıldızı sheldon ise, bütün olaylara akılcı bakış açısıyla insanı çileden çıkarmayı başarabiliyor.

cnbc-e'de de yayınlanmaya başladı geçen sene. denk geldiğinizde izlemenizi tavsiye ederim. bizdeki gibi tutan dizinin her bölümünü 3 saate yaymadıkları ve her bölümü 20 dk. da bittiği için, sıkılmadan izleyebilirsiniz. İyice Oku

iki dil bir bavul

açılım, süreç, pişmanlık derken, yine olan bizlere oluyor. barıştan bahsedip, barıştan bu kadar uzaklaşmak; umuttan bahsedip umutsuzluğa yelken açmak; özgürlükten bahsedip konuşmaya çekinmek bu toprağın geleneği oldu adeta.

böyle de bir film var. türkçe bilip kürtçe bilmeyen bir öğretmenin, kürtçe bilip türkçe bilmeyen insanların okulundaki akıl almaz! maceraları.

türk bir genç öğretmenin bir kürt köyünde bir yıl boyunca yaşadıklarını anlatan, bol ödüllü film "iki dil bir bavul" 23 ekim cuma günü gösterime giriyor. İyice Oku

bandista


son zamanlarda dinlediğim en güzel protest müzik grubu, bandista. alışılmış protest müziğin (yorum - ahmet kaya) dışında tarzları var. ayrıca şarkıların sözleri de, 70'lerden kalan "halkım için canım feda" tarzından sıyrılıp, daha talepkar bir izlenim bırakıyor. dinlemeye değer.

2. albümleri "paşanın başucu şarkıları" buradan indirilebilir: http://tayfabandista.org/pasanin_basucu_sarkilari/bandista_-_pasanin_basucu_sarkilari.zip

1. albümleri "de te fabula narratur"un şarkıları buradan indirilebilir: http://www.lastfm.com.tr/music/Bandista/de+te+fabula+narratur



darbeler, müdaheleler, politik ve kültürel işgaller ‘sorgulanamaz’ iktidarlarlarını ezicilikleri, şiddetleri ve yarattıkları acılar ve galibiyetleri ne düzeyde olursa olsun, tam da toplum ve mağluplar nezdinde meşru, haklı, kaçınılmaz ve yahut hegomonik kabul edildikleri anda tesis ederler. erkin sahipleri mevcut durumlarını sürdürmenin yolunun onu elde ettikleri hâl ve yöntemde ısrar ve bu 'olağanüstü' hâli sürdürmekten geçtiğini bildiklerinden bu, ‘farklı’ bağlam ve tecessümlerle durmaksızın devam eden bir saldırı sürecidir.
bu saldırıya karşı verilecek yanıtların içinde dilimizde, sesimizde, müziğimizde direnmek bir kültürün, içinden başka başka muhalif kültürleri doğurarak yaşaması anlamında elzemdir. unutmayıp inanmak ve bulanmayıp bilenmek düsturuyla bandista evi var olduğunu bizzat kendi mevcudiyetinin mümkünlüğüyle bildiği muhalefet mukavemet âlemini paşaların başucunda de te fabula narratur’un kaldığı yerden bizim hikâyelerimizi anlatmaya davet ediyor. zira bir fısıltıdan bile korkuyorlar... gürültü ne çok şeyi değiştirir... kafaya kafaya zound zystem!
İyice Oku

Katil

Eski dizilerde isim ne kadar da nettir? Bizimkiler, Gurbetçiler, İlişkiler... Ya çoğul ekiyle ya da isim tamlaması yoluyla elde edildiğini konuşmuştuk daha geçende. Hatta neden Bizimkiler ki, Apartman olsaydı ya dizinin ismi demiştik Trt'den daha orijinal bir şey bulmuşçasına. Basitler demiştik. Bizim çocukluğumuz kadar.

Çocukluğumun pazarını meşgul eden en mühim şeydir Yenisalihlispor maçlarıyla beraber Bizimkiler. Öyle geçmiş zamandır ki, boğazımda önlükle yemek yerken Bizimkiler'in pinkikte oldukları bir bölümü izlediğimi net bir biçimde hatırlarım.
Hatta öyle geçmiş zaman ki, annem tarafından yıkandığım yıllardı, çünkü Bizimkiler pazardı, pazar yıkanılırdı...

Herkes çocukluğunu özler. Sebebini düşündüm, pek çok şey. Gamsızlığı, ailecekliği, oyunu, masumiyeti özler. Hiç tanımadığı kişileri de bu yüzden özler insan, o zamanların anılarında herhangi bir şekilde yer aldıkları için. MJ gibi, Prekazi gibi, Fred Çakmaktaş gibi.

Bizimkilerin, zaman geçtikçe kendini tekrarlamaya başladığı halde izlenmesi aslında o kadar uzun sürmesiyle alakalı galiba. Bağımlılık yapmıştı. Ailecek izliyorduk. Her bir karakterin ismini, sürekli kullandığı sözleri, hatta dizide hiç oynamamış olan Ruknettin'i bile aynen hatırlıyorum. Adamın sadece resmini seyretmişliğim var ama yolda görsem tanıyacak haldeyim.

Peki ne bokuma yarıyor? İçlerinden birinin vefat haberinde üzüntü duymama sebep oluyor sadece. Bir kaç sene önce Sabri Bey'de olduğu gibi.
Dün de Katil öldü. Sevgilisine ablacım diyen horozlu insan. Davudi Aykut Oray. Kendisinden ilk defa Aykut Oray diye bahsettiğim Katil.

***
Bizimkiler, pazardır. Pazar akşamı, banyo sonrasıdır. Sobalı odalarda izlenir.
İyice Oku

Abi...

Senelerdir çeşitli mizah dergilerinde boy göstermekte olan bir abimiz var. Kendisine seçtiği isim Otisabi de ondan abimiz demekteyim. Yoksa hissiyatım bambaşka...

Yazıp çizdikleri çerçevesinde anladığım o ki; kadın ırkının tüm hal ve hareketlerini çözmüş, ne istediklerini, hayattan beklentilerini yutmuş, libidosu tavanda, IQ'su fezada nefis bir insan. Adeta bir Bond, James Bond. O da her filminde -karakteri canlandıran başrol oyuncusu her kim olursa olsun- etrafındaki belli bir kritere sahip bütün dişileri etkiler, birbirlerinin olurlar bir şekilde.

Abi, Otisabi...

Son zamanlarda okuduğum macerasıyla artık tecavüze yeltendiğini de görmekteyiz. Ne kadar güzel, ne kadar harika yapmışsın diyip alkışlamamız mı gerekiyor acaba? Oh be yürü erkekliğin şanındandır mı demeliyiz? Son karede verdiği sosyal mesajdan etkilenip "vay be, adam içinde bulunduğumuz acınası durumu ne güzel gözler önüne sermiş!!" mi demeliyiz? "Onun da hoşuna gitti, gülümsüyordu..." demesinden güç alıp yeni Pippa Bacca vakkalarına ismimizi altın harflerle mi yazdırmalıyız? Komik desen değil, öğretici desen değil. Ne ulan bu? Ne??

Seneler senesidir bu arkadaşa tam sayfa verir dergiler. Yazık değil mi o koca sayfaya? On tane daha yeni yetmenin karikatürünü koy, daha içerik zengini, daha komik bir şeyler koy ne bileyim... Dergi editörü ne mantıkla onu yayınlar? Eşi dostu, kendisinden başka okuyanı yok mudur bu adamın yayınlanmadan evvel, "artık eşeği baraja dayadın" demez mi kimse?










Bitti... İyice Oku

yonca evcimik- sonbaharda geleceğim



son zamanlarda moda bir trend var. 3-4 yıl öncesine kadar umarsızca t.şak geçtiğimiz 90'lı yılların şarkıları, şimdi değere bindi. ama tabi, dönemin koşullarını da göz ardı etmediğim için, "napsınlar lan" da diyebiliyorum çoğu zaman.

şarkının klibi buysa, hiç şaşırmam. keşke bütün şarkıların klipleri böyle olsaydı hatta. koy vesikalığını, oohh mis. bir sürü para harcanıyor. oysa ki, youtube gençliği gibi, slayt şovlar hazırlanıp, bu iş ucuza halledilebilirmiş. o kadar kastınız, hakan peker'in "efsane" şarkısına çektiği klipten başka bir bok hatırlamıyorum. sizin için diyorum, benim için herhangi bir sorun yok.

şarkıya gelecek olursak... ah ah, o orglu yıllar. orgun bu kadar tutulmasının sebebi, evlerin dar olması bence. org portable bir alet. işin bitti mi kaldır köşeye. piano alsan, apartmana sıkışmış aile babasını iyice daraltacak zaten. kazulet gibibir alet. zaten eşşek gibi bir de vitrin var. anne ondan asla vazgeçmez. o zaman bye bye piano. yemin ederim, zaten eve piano alsan, yemek masası, fiskos masası olur.

o yüzden, daha bir candır, daha bir kenandır bu org denilen alet. bu ülkeden mozartlar, rahmaninovlar çıkmıyorsa, sebebi de mimariden zerre nasibini almamış müteahhitlerdir, turgut özal'dır hatta. hatta naim süleymanoğlu'dur.


neyse şarkı güzel efendim. orgun otomatik tempo tuşuyla fona dıp dıp dırırırıp dırı dırı.. diye bir melodi atılmış. sözlerde, beklenilenin aksine, umut veriyor, sonbahara farklı bir anlam yüklemiş. teşekkürler yonca evcimik. ellerine sağlık. şiştik valla, bir kahve iyi gider. İyice Oku

Son Ders: Ferhan Şensoy

Daha önce bazı kopukluklar nedeniyle tamamını izleyemediğim filmi dün tekrar görünce, işi gücü bırakıp oturdum tv nin karşısına. Ferhan Şensoy, karizma nedir? Nasıl karizma olunur? un cevabını verircesine, rolün hakkını vermiş.

---Ağır derecede Film anlatımı---

"İlk dersimiz kimsenin buradan alınacak derse ihtiyacı olmadığı, dersi hayat verir." diyebilecek kadar farklı bir öğretim şekli kullanarak, öğrencilerinin sorunlarına eğilmesi ve bunları çözüme ulaştırmaları için çaba göstermelerini isteyen, yurt dışından gelmiş bir prof. olarak karşımıza çıkar Ferhan Şensoy(Saffet Hoca). Öğrenciler arasındaki konuşmalarla gülme krizlerine girip sonra gelen duygusallıkla göz yaşlarınıza hakim olamaya bilirsiniz.

68 kuşağından 5 arkadaşın Deniz abilerinin izinden birbirlerine verdikleri sözler ardından birbirlerinden ayrı düşmüş ve yıllar sonra buluşmuşlardır ama artık 4 kişilerdir. 3 arkadaşın o zaman ki düşüncelerinden uzaklaştığını, 1 tanesinin eski düşüncelerini devam ettirdiğini görüyoruz(Esas oğlanın babası).

Üniversite öğrencisi olan esas oğlanımız Ulaş üniversitenin zor kızlarından olduğu söylenen Deren'e sevgisini açmaya çalışmaktadır. Saffet Hocanın-Ferhan Şensoy- yazdığı yeni kitabının notlarını bir şekilde ulaşan Ulaş, kitabı okudukça hiç bir şeyi ertelememesi gerektiğinin farkına varıp, Deren'e açılır. Deren bir çevre gönüllüsü olarak 5 arkadaştan fabrikaları olan birinin canını sıkmış ve polis karakola götürdüğünde, Deren ve Ulaş'ın arkasından Saffet Hoca da karakola gider.

"Kavgayla olmuyorsa, çocuklarla..."

---Ağır derecede Film anlatımı---

Filmin tamamını anlatmamak için kendimi zor tutuyorum, uzun zamandır bu kadar şık bir türk filmi izlememiştim. Konusu oyuncuları her yönüyle 10 numara bir film.

İzleyin, izlettirin... İyice Oku

TRANSFORMERS: REVENGE OF THE FALLEN

Robotlardan soğumuştum. Çünkü Çelik girmişti dünyamıza. Bir boka benzemeyen esprileriyle, sesiyle, sevecen tavırlarıyla yıllardır en başarısız reklamlardan biri olarak karşımıza çıkmıştı.
Robot dediğin azcık ağır olur. Şimdilerde Vestel'in çamaşır makinasına dönüşen bir robotu var misal, o ağırbaşlı. Baksan s.kindirik Vestel dersin.
Arçelik artık o gerizekalı robottan vazgeçmli. İlla robot diyorsa azcık paraya kıysın, Optimus Prime'ı koysun reklamlarına. "Agamsın" dediğim ilk ve tek robot oldu kendisi.

Bu haftasonu benjcev "transformers'a gidelim" dediğinde şüpheyle yaklaşmıştım. Belli etmedim, "Nasıl bir şey?" diye sordum. "Çatada çutada bir film" dedi. Cümledeki çatada çutada betimlemesi ilgisizliğimi arttırdı. Zira şu aralar daha çok kavgasız gürültüsüz filmler ilgimi çekiyordu. Gene de göynü olsun diye kabul ettim.

Heveslenmeden gidip te bu kadar seveceğim bir film daha olacak mı bilemiyorum. O autobot'lar ne komik adamlar yahu. Optimus desen tam bir beyefendi. İyi bir robotun sahip olması gereken bütün özellikleri taşıyor. Robot mobot ama insanın kanı kaynıyor adama.

Son olarak Sam'e laf atmadan geçemeyeceğim. Sen ne şanslı piçsin kardeşim. Benim Optimus gibi arkadaşım, Bumblebee gibi arabam olcak herkese sataşırım. Kafamı bozanın üzerine salarım hepsini. benjcev abartıp "Ben herkesten haraç keserdim" dedi. Hay deli çocuk. İyice Oku

M.J.



ohabeprekazi' den, kendi yazımdan alıntı yapayım bari:


hakan şükür futbol'u bıraktığında anlamalıydım. veya gelecek vaat eden
futbolcular hasan şaş, ümit davala'nın artık genç olmadıklarını düşündüğümde...

en azından, futbolu hiç bırakmayacakmış gibi gelen, anti-jübilist diye geyik yaptığımız büyük kaptan bülent korkmaz, galatasaray'a teknik direktör olduğunda anlamalıydım.

dün gibi gelen o efsane yılların, 17 mayıs'ın artık çift basamaklı yıllarla bahsedilecek olması bile bir şeyler hissettirmedi.

arkadaşlarım çoğu askerliğini bitirdi. evlenenler oldu. ölenler bile oldu a.. koyayım. anlamadım.

çocukluğumdan 3 tane efsane vardı, insan değillerdi onlar: maradona, madonna ve michael jackson. m.j. öldü bugün. anlamıyorum. anadolu lisesi'ni kazandığım yıl, "they don't care about us" şarkısını üzerine çektiğim "şifa niyeti"nin kasetini bulduğumda, oynatacak bir tape bulamadığımda da anlamamıştım.

galiba "ali sami yen" yıkıldığında anlayacağım...
çocuk olmadığımı.
İyice Oku

batsın bu "cesur yeni dünya"

henüz bitirdiğim aldous huxley'in "cesur yeni dünya"sına göndermede bulundum, evet.

üniversiteye kadar salihli'de yaşadım. oranın şöyle garip bir durumu vardır: bisan bisiklet süren emekli adamları (b.s.e.a) çoktur. bunlardan biri de babamdır. ben bu emekli adamın bisiklet sürme işini, üniversiteye kadar ilçe dışına gözlemleyecek kadar çıkmadığım için, ulusal belki de enternasyonel bir olay sanıyordum. sonra okumak için memleket dışına çıktığımda "hey nerede bu adamlar, nerede bu emekliler" diye gökyüzüne haykırmıştım. bütün arkadaşlar, ilk bayram tatili için geldiğimiz memleketteki meyhanede aynı şeyi konuşuyorduk. orada, salihli'nin dışında, b.s.e.a yoktu. hatta meyhaneye son giren arkadaş, yüzü asık şekilde masaya oturduğunda, sanki konuşmadan haberdarmış gibi "yok, di mi?" diye sorduk. "yok" dedi.

cesur yeni dünyada, b.s.e.a için yer yoktu.

fantastik derecede aklın ve mühendisliğin hüküm sürdüğü bir dünya ve bu dünyanın dışında kalan, sayıları az olan muhafazakar ve ilkel vahşiler. ford sonrası, seri üretim ve daha sonra esnek üretim modelinin, insan üretimine kadar varmış. insan okurken "hay amuğa goyum, cep telefonundan sonra duracaktık, yoksa bu gidiş, gidiş değil aga" diyor. nasıl beşiktaşlı bir adam "metin-ali-feyyaz"dan feyz alır, onu poster yaparsa, bunlar da "cemaat-özdeşlik-istikrar"ı kendilerine besmele bellemişler, duvarlara yazmışlar. ayrıca insanlar, duygulara yer olmayan, şartlandırılarak bir çocuk geçirilen bu net dünyada, mutluluğu "soma" denen uyuşturucuda buluyor.

benim gibi sıradan insanların, hafif olağandışı öykülerini okumaktan zevk alan bir adam için, bu bilim kurgu romanı çok fazla metafor ve gönderme içerse de, bu dünyadaki pedagojik şartlandırılışlarımızla ilgili çok fazla detayı algıladığımı söyleyebilirim.

yani ben b.s.e.a olmayan bir yerde büyümüş olsaydım, emeklilik ikramiyesiyle bisiklet almanın hayalini kuruyor olmayacaktım. İyice Oku

Senden büyük davul var ulan!!!

Disiplin, çalışkanlık, kondüsyon, yerine göre senkronizasyon yerine göre asenkronizasyon, eğlence, hüzün, ürperme. Hepsi de tek bir şovla zerk edilir mi insana allasen? Anlatmak için aklımın ve kalemimin yetmedikleri de cabası. Zaten üç kuruşluk aklım vardı o da uçtu gitti diyar diyar...


Dün gece (15.06.2009 diye tarih de verelim de yarın öbürgün dün gece lafının neyi ifade ettiği anlaşılsın) Kodô namı diğer ritmin çocukları isimli Japon perküsyon grubunun konserine gitme zevkine nail oldum, üşengeç olmayan insanların beni zorlaması sayesinde. Seneler evvel de benzer bir gösteri seyretmiş ve hayran kalmıştım adamların performansına. Bunlar da aynı tadı verir nasıl olsa diye çok da kasmadan tamam ben de geliyorum diyiverdim. Hay o bileti alanın, gel uyuzluk etme diyenin eline diline sağlık.


İzlenimlerinden beni en çok etkileyeni aynı anda 5 – 10 arası değişen insanın davullara vurması ve hepsinin tek bir ses olarak kulağa ulaşması. Ya birisi olsun saniye kaydırmaz mı arkadaşım o vuruşu? Kaç zamanın alışkanlığı, kaç saatlik mesai bunun altında yatan acaba? Diğer bir şaşırtıcı nokta ise adamın büyük (hakikaten büyük, bak valla) davulu çalarken boynundan yukarısının gittikçe kızarmasını hatta morarmasını görmem. Öyle bir duruşla, o tempoyla o kadar zaman o davulu hiç sektirmeden cayır cayır çaldı adam. Baturalp olsa çatlar, o derece. Onca zamandır uzakdoğu filmlerinin arkaplanlarında yer alan müzikleri, onların icra edildiği enstrümanları canlı canlı görmek de ayrı bir keyif kaynağıydı. Dinlenilen ve seyredilenlerin eşliğinde yaşanılan hislerin tarifi yok...


Tabi bunlara ek olarak tüylerimi tiken tiken eden başka bir husus da 2 ayaklı öküz üretimi konusunda yurdumun geldiği son nokta. Sanırım artık seri üretim tesislerini açmışlar. Teknoloji o biçim. Baksan şekline aynen insan. Doğan görünümlü şahinden iyiler... Yasak diye anons yapılıyor arkadaşım, o karanlıkta 3 metreden fazla yeri aydınlatamayan makinenin flaşıyla 100 metreden fotoğraf çekmeye çalışıp neden göz rahatsızlığı yaratıyorsun katılımcı olan herkeslere, sadece ense çekebilmek adına?? Dur bak bundan iyi facebook fotoğrafı olur zihniyeti midir? Facebook girsin.... kabuslarına geceleri e mi?


Bir de bilinçliler, tabiri caizse beyaz Türkler vardı beni en çok korkutan (caiz mi lan?). Biz elitiz, sanatı sepeti her şeyi en iyi biz biliriz, sosyaliz her ortama akmalıyız, kendine güvenen yüksek sesli ve düzgün telaffuzlu konuşmalarımızla, çocuklarımızla olan acayip modern diyaloglarımızla herkese örnek olmalıyız görüntüsünde... E ama çıkarken yapılan yorumlara dikkat ettim de bir taneniz enteresandan başka kelime sarfetmediniz. Bilinç kumkuması arkadaşlarım; iyi, güzel, hoş, nefis, çok iyi, kötü, berbat, ne bileyim bi sik anlamadım ben bundan gibi betimleyiciler var türkçemizde. Onlara ne oldu? Bilinçler ne oldu? Yüksek sesler ve kendine olan güven neden fısıltılı ve kendi aranızda dedikodumsu konuşmalara döndü?


İşten güçten fırsat bulup zamanında yazamadım kusura bakmayın ama İstanbulda olan, perküsyondan hoşlanan (çöpçatan sitesi yazısı gibi oldu lan), vakti ve nakti olan gitsin dinlesin. Bu gece de sahne alıyorlar harbiye açık havada aha bunlar : Kodô

İyice Oku

sanat dedinmi duracan hacı

sanata dair bişilerin karalandığı, entellektüel birikimlerin paylaşıldığı, dünyaya farklı şekilde bakan, ziyadesiyle zevk sahibi insanların mevcudiyetlerinin yazıldığı bu tarz bi bloga, böyle bi başlık uygun diildi. gelgelelim ki, dilekçemizde de açıklayacağımız nedenlerle yargıtayın otumuş içtihatları da asdfghj.. hatlar karıştı..

tekrar başlıyorum! boyle elit içerikli bi blogta, böylesine ortalama üstü şeylerden bahsederk...

abicim, aksi sanattan davet geldi. açıkçası bi tavır geliştirmedim bu duruma. haaa ikinci kez ceketlinin daveti gelince, bu davetin içindeki "tehditkar" içeriğe uyandım ve yazar oldum. seve seve oldum abicim bunu demek istiyorum.

gel gelelim, benim sanata dair paylaşacağım çok bi birikimim yok. bu cümleden "ben koca bi odunum" meali çıkıyo. ama öyle abicim, durumum net! o yüzden, sanata dair bildiğim bi kaç şeyi, henüz başka yazarlar paylaşmadan satırlara dökmek isterim.

- natürmort
- nü tablo yapan seçkin insan
- kübizm
- fikret mualla retrospektifi (en çok buna güveniyorum bak)
- pipo, yan takılan ressam şapkası
- beş hececiler (dikkat ettiysen edebiyata geçtim)
- cinazlı kafiye
- aruz kalıbı
- murathan mungan*yeni türkünün solisti derya(magazin oldu biraz)
- enstantene, diafram, ters ışık, balık gözü objektif (odunuz dediysek de o kadar diil, fotoğrafçılık sertifikam var lan benim)
- top gun, three amigos, sünger bob kare pantolon
- doğuş, tuba ekinci, selami şahin (bak baaak tıkanmaya başladım)


bi de aşk var tabi. "sanatta aşkı görecen hafız bu önemli".

büyük ihtimal ilk ve son yazım olucak ama du bakalım. he lan dur aklıma bişi daha geldi: "da vinci kulağını kesmiş. valla lan! dur ya o da vinçi miydi? neyse oyle bu işler" İyice Oku

The Last Shadow Puppets



türkçe olsa, cengiz kurtoğlu'nun seslendireceği tarzda sözleri olan, "my mistakes were made for you" yani "günahlarım sanaydı bebeğim, allah'ım sen beni affet" adlı şarkıyla geçen yıl müthiş bir çıkış yakaladı, the last shadow puppets. tabi, böyle böyle 3 çıkış yapsalar, kaç tane daire, araba alırlar, bu ince hesaplara girmem. analarının ak sütü gibi helaldir onlara. "the white milk of mother" diye de şarkı yapsalar yeridir. pek bi seviyorlar uzun uzun isimli şarkıları. neyse, yedikleri-içtikleri onların olsun, bana hissettiklerini anlatsınlar.

efendim, bu parlak, lolipop gibi çocuklar, birer pop idolü olmaktan uzaklar. en azından tek tek çıksalar belki iş yaparlardı fakat ikili oldukları gibi erkekler de, aksi gibi. en son erkek ikili grup olan uf-er'den* sonra pop dünyasında bir ilk. türkiye'nin cemali grubu'na tekabül ediyor desem yeridir. (ki cemali grubuna burada parantez açmak istedim, hangi yapımcı size "isimlerinizi birleştirin, grubun adı o olsun" dediyse ben onun aklını zikim. hayır pink floyd'un ismi, syd-roger olsaydı, tutulur muydu, var gerisini siz düşünün). neyse ismi güzel, gitarı güzel bu grup şahane müzik yapıyor. ayrıca o arkada dırım dırım eden bir enstruman var, onun hastası olduğumu belirteyim. bilen varsa da, gözün sevem yoruma yazıversin bi zahmet.

bu videosunu yukarıda bulabileceğiniz, "my mistakes were made for you" radyolarda pek fazlaca çalınan bir şarkı. grubun diğer göze çarpan şarkıları ise, gene isimleri kısa sayılmayan "standing next to me" ve "the age of the understatement".

arctic monkeys'den bir ergencesine ayrılıp, bekar evine çıkarcasına grup kuran alex turner ve götteşi miles kane'den müteşekkil grubun resmi sitesi bu olmasına rağmen, cebellezi to disk opsiyonunu kullanabilirsiniz.

* uf-er: ufuk yıldırım - ercan saatçi ikilisi. ve sonucunda kaybolan gençliğim, yitip giden yıllar. İyice Oku

Ben bilmem beyin bilir

Elimde bir kadeh Bordeaux şarabı eşliğinde terasımndan dolunayı izliyorum. Tatlı bir meltem eşlik ediyor Ludwig Van Beethoven'ın eşsiz allegretto 7. semfonisine. Kreşendoyla birlikte benim de duygularım şahlanıyor. Adeta oturduğum binanın temellerini sarsarak hatıralar canlanıyor birer birer... Zorluklar içerisindeki günlerim geliyor aklıma...

Yukarıdaki satırların Kenan Işık'ın seslendirmesiyle okunması gerekmekte. Geçenlerde bir arkadaşımın gaflet ve delalet ve hatta ben her ne kadar inanmak istemesem de hıyanet içerisinde olması muhtemel, para vererek almış olduğu Ertuğrul Özkök - Aryalar gibi bir siidiisinden buna benzer cümleleri duyuyorum. Kaybettiği efsanevi moleskin (meşhurmuş, kirpi derisiymiş vs) defterlerden bahsediyor. Zürafa vurmaktan bahsediyor. Bunları imge olarak kullanıyor, göndermeler yapıyor, duygu, his gırla...

Dinledikçe dinledikçe iyice bir sinir geldi. O sinirle birlikte anılarım canlandı benim de her ne kadar terasta elimde şarabım olmasa da...

Vakti zamanında Leman dergisinde yer etmiş olan -ki hala olabilir emin değilim- Bezgin Bekir serisinin bir bölümüydü. Şöyle ki;

Bekir'in aktivist zamanlarından bir arkadaşı gelmiş. Figür o zamanın yelekli takım elbiseli, göbekli, ağzı purolu, büyük yüzüklü, kel patron tiplemesi. Bekir her zamanki koltuğunda sessiz ve hareketsiz oturmakta. Abi anlatıyor, coşuyor, anlattıkça anlatıyor, onu sömürdüm böyle zengin oldum s.ktim suladım vs. Bekir hep sessiz müthiş bir kreşendoyla noktayı koyana kadar; "62'den tavşan yapıldığını bilirdim ama 68'den or... ço.... yapıldığını sende gördüm"

Demem o ki; Terminator Salvation olmamış. Terminator II iyiydi, keşke orda bıraksaydınız.

Bilene, anlayana not : Yazdım ulan, memnun musun ha? Memnun musun??? Artık kovsan da gitmem... İyice Oku

Melabaaa

Bir başka kulvar daha açmış Benjcev-Ceketli Ali Dayı ikilisi. Ve bence güzel de düşünmüşler. Hee ben burayı mp3 sitesine çevirmeyi de bilirim ama yinge kızar valla sora. Aklıma bi kulvar daha geldi benim inşallah ileride onu da açarız :p. Bu ara aksi iyi kazandırıyor demek ki yeni sektörlere de kayıyor benjcev efendi diye düşünmeden de duramıyoruuuuuz(burada televole sesi gibi düşün).

Biraz sanata dönmenin zamanı geldi sanırım. Okuma yazmam yok denilecek kadar az. Filmini bekleyen insanlardanım. Ama bir fotoğrafa ya da filme baktığım (umarım sen de filme bakmak denildiğinde şaşıran insanlardan değilsindir) zaman tüm detaylarını aklıma kazımayı da severim, bunu belli etmeyi de. Resim konusunda daha önce muhabbeti açıldı tabi, babam ressam. Şaka gibi, ama değil. Bu kadar "haklı" öz güven sahibi bir adamdan, emekli olduğunda "evde boş oturacağıma resim yaparım" dediğini duymak pek de şaşırtıcı değildi. Yalnız ne yalan söyliyim ilk başlarda hevesini alsın bırakır diye düşünürken 2. resminden sonra daha fazla yapsın da ileride eserlerini iyi fiyata okuturuz haceliz diye düşünmüşlüğümde var. Adam yapıyor. Ben daha çöp adam çizemezken, en son resminde valide sultana hoş bir sürpriz yapmışlığı da var hani. Zaman zaman onun resimlerinden de faydalanacağız tabi aksi-sanat ta. Birde benim fotoğraf sevdam var kiii, yıllardır bi üstüne düşemedim. Tabi her "abi güzel şeyler çekiyosun, değişik fikirler" duyan adam gibi günün birinde bir kısa film isteğim var. Kısa filmlerle aksi sanatı renklendirmeye çalışıcaz yeri geldiğinde. Hee bir de ceketli ile benjcev'in devamlı gazladığı akrostiş denemelerim var, bu da merhaba yazımıza özel olsun:

Aykırı takılan bir kaç insan
Kilitlenmişler uzun zaman
Sanata el atmışlar utanmadan
İnsan korkuyor olacaklardan

Sanat toplum içindeydi
Alıp götürmüşler aslında bizdeydi
Nereye bakıcaksın ben mi söyliyim
Akrostiş bu daha ne diyeyim
Teşekkürü boş ver ilk harfler bakıcağın yer İyice Oku

Budala gaşlı gala.

Benim Dostoyevski'den yana bir sıkıntım yok. "Bir solukta okumak" olarak tabir edilen şekle girmişliğim var Dostoyevski'nin 'Budala'sı ile.

Benim "Kibarlar Dünyası"na karşı bitmez tükenmez bir kinim var. Hala varlığını sürdüren, insanlar uyumlu davranmaya çalıştıkça onlarla taşak geçmeyi kendine görev edinen kişiler, her yerdeler...

Kibarlığınıza sıçam sizin.

Sizin ayarasızlığınız yüzünden bir sonraki bölümü tahmin edemez oldum. Misal Jean-Christophe Grange, ha keza Dan Brown gibi sürpriz sonlarla kitaplarındaki kurguyu süsleyen yazaların bile kitalarında, sonraki adım yanlış da olsa tahmin edilebilirlik içerirken sizin aşırı derecede salaklığınız yüzünden gelecekteki olaylar tahmin edilemiyor. Evet, gizemli olduğunuz için değil; 'salak' olduğunuz için...

Allah kahretsin ki torunlarınız şu anda müdür, müdür yardımıcısı, direktör, doktor veya ev sahibi unvanlarıyla aramızda bulunmaktalar. Kendilerini 'üstün' olarak gören torunlarınız, hala iyi niyetli insanları, sırf belli başlı hırslara kapılmış olmak/olmak istemek için zavallı görmek konusunda üstlendiğiniz misyonu, tam da size yakışır şekilde sürdürmekteler.

Neyse sevgili okurlar, siz de tıpkı benim gibi "Ben bu Dostoyevski'den hiç bişi anlamadım" mı diyorsunuz? O zaman size yol gösterecek bir kaç önerim var. O dönemin koşulları ile düşünün. Okuduğunu anlamanın en öncelikli sırrı budur. Hadi iyi günler. İyice Oku

aksi sanat

aksi sanat, aksi sözlük içerisindeki iki sinsi yazarın çok önce planlamış olduğu fakat üşengeçliklerinden, aymazlıklarından dolayı tam 3 ay sonra hayata geçmiş olan bir projedir.

sanatçı falan değiliz, eleştirmen de. buradan eleştiri yazısı veya edebi bir metin beklemek zırtapozluktur. daha ağır konuşabilirim. en sanatsal etkinliği, blok flütle beethoven'ın 9. senfonisinin en popüler kısmını çalmak olan insanların yeridir burası.

sanata maruz kalıyoruz, ortalama bir bilinç ile. izleyici veya diğer tabirle müşteriyiz. dolayısıyla, sahip olduğumuz ortalama bilinç ile bu "eserler"i değerlendirme hakkını kendimizde buluyoruz. bizler, (oha sanki manifesto, sanki sendika bildirisi yazıyorum, "bizler" falan ne ayak hacı?) aslında, sanatı sterilleştiren, gecekonduların duvarlarından alıp, kar maksimizasyonuna tabi eserlerini ücrete tabi plazaların müzelerine sokanlara aksilik yapmayı planlıyoruz, bütün bu yüzeysellik ve ortalama bilincimizle.

o yüzden aksi sanat. "sanat sanat için midir, toplum için midir?" sorusuna yanıt aramıyoruz. cevap artık çoktan belli: "daha iyi model bir araba için".

asla bunları "ezber bozma" aktivitesi olarak da düşünmemek gerek. karşı şov naifliğinde bir yer aslında burası. kitabı okumayıp, filminin çekilmesini bekleyenlere de ortamlarda ekmek çıkaracak kadar spoiler ve bilgi verebiliriz. ama bunların doğruluğu hakkında, herhangi bir garanti vermiyoruz.

iyi eğlenceler. İyice Oku